
Acı üzerine yazılmış en güzel en özel şiirlerden seçmeler
ACI Usandım taş basması günler yaşamaktan, yalnızlığımı büyütüyorum korkunç, yani bağırmak sana sulardan. Her gün yeniden ölmek elinden karanlık adamların yalanla, ekmekle, silahla. Üstümüze bakarken çağlar, her çocuk başı okşadığımız suçlu bizmişiz gibi büyüyor avcumuzda. Gözlerinde bile, deniz dibi gözlerinde ölüler, askerler ve gemiciler halinde. İhtiyar yüreği toprağın buğdayı, elma'sı korkuda. Suskunluğum, utancım büyük sıkıntım kara. Gel dağıt mavini kör kuyular uykuma. Ahmet Oktay ( 1933 - 2016 )
ACI DOKTOR Berçenek'ten yaya geldim, Aman doktor bak bebeğe, Beşiğini elden aldım, Aman doktor bak bebeğe. Yıkık yuvam kaldım yasta, Yalvarırım eşe dosta, Annesi bebekten hasta, Yandım doktor bak bebeğe. Kuru soğan, yağsız aşım, Yırtık bağrım, açık başım, Birşey değil vatandaşım, Aman doktor bak bebeğe. Allah için bir merhem çal, Öldürür beni bu vebal, Param yok ceketimi al, Aman doktor bak bebeğe. Mahzuni Şerif çobandır, Meskenim dumanlı tandır, Bebektir amma insandır, Yandım doktor bak bebeğe... Aşık Mahzuni Şerif ( 1939 - 2002 )
ACI SALKIM Vakit yaklaşıyor toparlan ahbap Yarın bir gün bu meydanda talan var Nasıl olsa görülecek şu hesap, Sanma bu dünyada baki kalan var! Nic'oldu ticaret, hani kârımız? Yağmaya gidiyor bütün varımız Görmesek, şahittir kulaklarımız Duymasak da kapımızı çalan var. Haramdan bir eksik tartıp helalı Dengeye getirdik zehirle balı Has diye yutturduk en sahte malı Sanki kendimizden başka alan var. Ne haklı iş tuttuk ne doğru sanat Ayağa baş dedik, kuyruğa kanat Komaz yakamızı şol meşhur inat Ağızda gem, arkamızda palan var. Bir kuru mantıkla kalmışız yayan Menzile varır mı yerinde sayan Bu dünyada âb-ı hayat tatmayan Beklesin, ahrette kevser falan var. Bekir Sıtkı'm kalem banıp özüne Uykuları haram ettin gözüne... Oysa kim aldanır şair sözüne Sende dokuz köyden dönmüş yalan var!... Bekir Sıtkı Erdoğan ( 1926 - 2014 )
ACILARA TUTUNMAK Acı çekmek özgürlükse özgürdük ikimiz de o yuvasız çalıkuşu bense kafeste kanarya o dolaşmış daldan dala savurmuş yüreğini ben bölmüşüm yüreğimi başkaldıran dizelere. Kavuşmak özgürlükse özgürdük ikimiz de elleri çığlık çığlık yanyana iki dünya ikimiz iki dağdan iki hırçın su gibi akıp gelmiştik buluşmuştuk bir kavşakta unutmuştuk ayrılığı yok saymıştık özlemeyi şarkımıza dalmıştık mutluluk mavi çocuk oynardı bahçemizde. aramakmış oysa sevmek özlemekmiş oysa sevmek bulup bulup yitirmekmiş düşsel bir oyuncağı yalanmış hepsi yalan sevmek diye birşey vardı sevmek diye birşey yokmuş acılardan artakalan işte şu bakışlarmış kuğu diye gözlerimde gün batımı bulutlarmış yalanmış hepsi yalan savrulup gitmek varmış ayrı yörüngelerde. Acı çektim günlerce acı çektim susarak şu kısacık konuklukta deprem kargaşasında yaşadım birkaç bin yıl acılara tutunarak acı çekmek özgürlükse özgürdük ikimiz de.. 1978 Hasan Hüseyin Korkmazgil ( 1927 - 1984 )
ACILI PAZAR Göklerin mavisi çan sesi güneş beni üzüyor ve gözlerimi Yakan bir acı, onu avutmaya gelen Şiiri de sakatlıyor ve azgın başıboş - Ah, deniz, köpüklerinin üstünden senin - Uçup gidiyor Göçmen bir martı gibi Küba’ya. Bir dost yaklaşıyor benimle Çene çalmaya, oysa bende Sadece izi var kendimin, bir deniz kabuğunda Nasıl bir tuz zerresi olarak kalmışsa izi denizin İşte öyle Bir kabuğum ben kırık, boş. İnsanlara Bakıyorum uzaktan, yabancı bir dünyanın Görüntüleri; çevremde Küstah hırgürü çarşının, darmadağın Barakalar. Herhangi bir solucan Daha mutludur benden, hiç değilse Bir bataklığı var gebereceği; dinliyorum Atların nal seslerini tekerlekleri Geçiriyorum Ellerimi vücudumdan; hiçbir hayat belirtisi Yok. Öldüm ben. O uğursuz gemi Kaldırdığında demirini O demir Kopardığında beni Küba’dan… (Sürgün Çiçekleri) Jose Marti ( 1853 - 1895 )
ACININ BAŞKENTİ Gözlerinin eğrisi dolanıyor yüreğimi, Bir raks, bir dinginlik çemberi Zamanın aylası, gece beşiği ve güvenli, Ve eğer hiçbir şey kalmadıysa aklımda yaşadığımdan Gözlerinin her zaman görmediğindendir beni. Yaprakları günün ve pembe şarabın köpüğü, Rüzgârın sazları, kokulu gülücükler Işık dünyasını saran kanatlar, Gökyüzü ve deniz yüklü gemiler, Gürültü avcıları ve renk kaynakları. Tanların kuluçka yatağından doğan kokular Yıldızların samanı üzerinde yatan Saflığa bağımlı gün gibi tıpkı Dünya da bağımlıdır senin tertemiz gözlerine Ve akar bütün kanım bakışlarında senin. Paul Eluard ( 1895 - 1952 )
ACIYA TUTSAK Bülbülün nağmesi feryada benzer Bir gönül acıya tutsak olunca, Güneşin renginde karanlık sezer, Bir gönül acıya tutsak olunca. Bir çiçek koparsan eline batar, Güneşler yüzüne siyah tül atar, Neş'eyi pazarda bedava satar Bir gönül acıya tutsak olunca. İnsanın gençliği bahara benzer, Mutluluk eriyen bir kar'a benzer, Didar-ı ıstırap bir yar'a benzer, Bir gönül acıya tutsak olunca. Mehmet Bozkurt Esenyel ( 1920 - 2005 )
ACIYLA Aşkı ve zatürreyi göğsüme nakşeden şiirimi et ve kemikten yoğuran usta Bir kış günü. Kendini umuda böleni şarabı elmaya böleni aşkı sevdaya böleni yalnızlığı sese sesi sessizliğe böleni müjdele Kalbim acıyla damgalansın Bir kış günü. Onsekiz yaşında evleri yıkılanı, aydınlığı kuruyanı Ondokuz yaşında. Çocukların yağdığını güvercin yağmadığını, kar yağmadığını Yirmi yaşında. Yoksulluğu değerlendirilmeyen yaşlı kızlara sevda ve aşk yağmadığını Yirmibir yaşında. Halk bahçelerine hiç gül yağmadığını, umut yağmadığını Yirmiüç yaşında. Alanlar türkülerle inlerken dağlarıma karanlık ve özgürlük yağdığını anlat ki elmadan evler oyayım kırayım zincirleri umutla, sevdayla, aşkla Kalbim acıyla damgalansın Su erken uyanır önce sigara karşılar beni sonra ev kirası dertli zeytin küflü ekmek kör yalnızlık. Ve bir kelebek ırmağı der ki şarap delidir tütün kıskanç esrar haindir rakı yurtsever eroin kurnaz votka çalışkandır bir su kenarında ispirto kuvvetli nargile çarpıcı bira hırsızdır Umut, bulunmaz hanemizde Kalemi hüzünle yontulmuş defteri kısa pantolonlu bir kış günü gecenin ve gündüzün bedelini ödeyen ayrılığın bedelini ödeyen yoksulluğun bedelini ödeyen akan kanın, işsizliğin faizini kelepçe ve alınterinin bedelini ödemeyen ekmeğin ve bağımsızlığın bedelini ödemeyen toprağın bedelini ödemeyen şiirimi bulutlar ve kederden damıtan usta Yurdum uçarken senin şanlı ufkunda bir kuş tufanına bir sevinç albümüne müjdele beni Kalbim acıyla damgalansın Şehvetle acıkan orospular namusla doyan pezevenkler geceye yağan şiir heykelleri kiralık ovalar antika dağlar günah ve sevap şemsiyeleri saat canbazları kar fidanları toprak ağaları acıyla damgalansın Karınlan kan dolu anne ve babalar elma tabutları gül kemikli kardeşler kirazları olduran yanaklar dişleri deneyen ayvalar dudak izleri hançer dokuyan kirpikler şehir eskileri ekmek faizcileri, tefeciler acıyla damgalansın Güvercin kadehleri sigara karakolları harf demetleri asker fotoğrafları Rüzgâr acıyla damgalansın Genç kızlar memelerinden akan kanla sürsünler toprağımı ilk söz kadınları yağmalasın ilk kelime bir kış günü düşsün avuçlarıma Dağ erken uyanır önce sessizlik karşılar beni sonra ışık kervansarayları saçları çözülmüş duvarlar günü geçmiş gömlekler gelinliği kurumuş ayna Ve uzun boylu masa der ki meşe cesurdur gürgen karanlık çam münzevidir bir dağ koynunda kavak cimri çınar korkak selvi öfkelidir akasya şaşkın söğüt kederli gül murattır Umut, bulunmaz hanemizde Rimel ve sevda ruj ve ayrılık rastık ve özlem gece - gündüz kafileleri sararmış kalçaları şafağın üçüncü sınıf mezarlar perçemli evler çiçek deltaları orman ağaları acıyla damgalansın Sevda değil yazı denklemleri kirli gömlekler umutsuzluktur bu Aydınlık değil namussuz sigara nemli odalar yalnızlıktır bu Kan değil ödenmeyen borçlar kız memeleri yoksulluktur bu Bir kış günü. Yirmiiki yaşında çimenlere yağandır kalbim bu çiçeği açandır dallara konandır kuşları uçandır ırmakları taşlayan denizleri gözleyen acıyı avlayandır Odur saçlannı okşayan ölümün bu esen rüzgâr yıkılan gecekondu dağlarımdan damlayan karanlık yakılan orman bankalarda biriken alınteri. Ve odur elbette şiirlere yağan bu beyazlık Gökyüzü erken uyanır önce aydınlık karşılar beni sonra sır vermez perdeler çileli balkon sandalye artıkları ufukla öpüşen pencere. Ve bir kuş tufanı der ki elma kasvettir portakal dalkavuk kavun akılsız dut çirkindir incir masum üzüm tembeldir bir göl kıyısında armut çılgın karpuz hürmetli hurma sessizdir Umut, bulunmaz hanemizde Ey aşkı ve zatürreyi göğsüme nakşeden şiirimi et ve kemikten yoğuran usta Sokakları acıyla dokuyanı sevdası çeşmelerden akanı mutluluğu geçmişte kalanı aydınlığı zincire vurulanı evlere gün ışığı serpeni müjdele artık Kalbim acıyla damgalansın Başımda ışıklı bir rüzgâr göğsümde serin gökyüzü Yirmidört yaşında. İntihar sürgünü açayım sıkıntının yelkenini Yırmibeş yaşında. Yeni bıyıklı uzun erzurum kasketli ve cömert güneyden kuzeye serseri bir kış günü. Yırmialtı yaşında uzun trenler, kalabalık yaylalarla geçeyim kürt gelinlerinin bahçelerini... (Kuş Tufanı) Refik Durbaş ( 1944 - 2018 )